Amasra ile Safranbolu arası , biraz dar ama trafiğin olmadığı , ısız bir güzergah, biraz virajlı, genelde sathı düzgün ,ağaçlıklı bölümleri fazla olan 90 km lik şirin bir karayolu. Safranbolu’ ya 17:45 gibi giriyoruz. Bize, karanlıkta ilk hoş geldin diyen , genzimizi yakan ve ciğerlerimizi acıtan kesif bir kömür dumanı oluyor. İlçe sanki bir sis bulutu içindeymişçesine , göz gözü görmüyor. Otele doğru şehrin içlerinde aracımızla yol alırken, sislerin arasında , bizi karşılayan , sanki zaman tünelindeyiz de 17. Yüzyıldaymışız hissi uyandıran, binaların yanından usulca geçiyoruz . aman allahım sanki başka bir zaman dilimindeyiz dedirtecek bir manzara var her yanımızda. Bir anda yol yorgunluğu üzerimizden atıyor ve bulunduğumuz ilçenin büyüsüne kapılıyoruz.
Otelimizi buluyoruz, bizi Safranbolu ‘lu olduğunu düşündüğümüz biri bayan biri bey iki otel çalışanı karşılıyor, Otelin girişi, daha doğrusu konağın girişi demek daha doğru olacak aslında, loş bir aydınlatma kullanılarak ortam daha da çekici bir hale gelmiş bulunmakta. Eşyalarımıza yardım ediliyor , ilk konağın arka bahçeye açıldığı kapısından büyük , bakımlı ,çim alandan, geçerek , Osmanlı zamanında Kadı konağı olarak kullanılan arka binaya yol alıyoruz, Konağa giriş kapısından girdiğimiz anda buram buram tarih , her tarafımız da .
Binanın restorasyonu öyle aslına uygun yapılmış ki ,her şeyiyle aslına uygun yenilenmiş , zemin eski tarihi yapı tekniğine sadık kalınarak yapılmış,insan yürürken zeminin esnediğini hissediyor, kapılar, onların kilitleri, kaldığımız oda eski mutfak olduğundan oda içindeki iki şömine, kiler vazifesi gören duvarlara gömülü dolaplar hepsi sizi, zaman tünelinde hissi uyandıran detaylar.
Detaylar deyince, sonradan sohbet sırasında öğrendiğimiz de, dolap içlerinde ki oymalı örtüler, oturma bölümündeki ince ayrıntılar , odaların anahtarları ve başka bir sürü ,göz alıcı süslemelerin Gül Canpolat hanım efendinin elinden çıktığı idi.